Lux Home Marka Kurucusu ve  ASIES International Tekstil sahibi Okan Oğuz; iş yaşamını ve tekstilin bugünü, yarını hakkında görüşlerini bildiriyor.

“Denizli Genç İş İnsanları Derneği” Yönetim Kurulu Üyesi Fatih Kundak’ın sorularını yanıtlıyor.

MERHABALAR

DENİZLİ GENÇ İŞ İNSANLARI DERNEĞİ VE DENİZLİ METROPOL’ÜN BİRLİKTE DÜZENLEDİĞİ “DEGİAD KONUŞUYOR” PROGRAMINA HOŞGELDİNİZ!

BEN FATİH KUNDAK

DEGİAD 14. DÖNEM YÖNETİM KURULU ÜYESİYİM AYNI ZAMANDA CASALINA TEKSTİL YÖNETİM KURULU BAŞKANIYIM.

BUGÜNKÜ PROGRAMIMIZIN KONUĞU DEGİAD ÜYESİ “ASIES INTERNATIONAL TEKSTİL” FİRMASININ SAHİBİ OKAN OĞUZ.

 

OKAN HOŞGELDİN.

Hoşbulduk.

 

OKAN, BEN SENİ YAKINDAN TANIYORUM, GÜZEL DE BİR İŞBİRLİKTELİĞİMİZ VAR.

MARKALAŞMA ADINA BAŞARILI ÇALIŞMALARINI YAKINDAN TAKİP EDİYORUM. VE BUNLARIN EN DEĞERLİSİ DE KAZAKİSTAN DA YAPMIŞ OLDUĞUN MAĞAZALAŞMA ATILIMLARIN. ÖNCELİKLE BİR MESLEKTAŞIN OLARAK SENİ BU KONUDA TEBRİK ETMEK İSTİYORUM.

OKAN, BİRAZ BİZE KENDİNDEN BAHSEDEBİLİR MİSİN?

 

Merhabalar,

Fatihcim, öncelikle senin şahsında, bu değerli proje için Degiad ve Metropole teşekkür ederim. Beni davet ettiğiniz için de ayrıca teşekkür ederim.

Kısaca kendimden bahsedeyim. 1982 yılında Denizli’de doğdum. İlkokulu Emsan ilkokulunda, Ortaokul ve Liseyi ise Denizli Anadolu Lisesinde tamamladıktan sonra Üniversite eğitimi için 4 yıl İzmir’de yaşadım. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesinde Ekonomi eğitimi aldım.

Evliyim. Asya ve Alina adında iki kızım var.

HİKAYENİN EN BAŞINA GİDELİM,

İŞ HAYATINI BAŞLANGICINI BİZE ANLATIR MISIN?

 

Sen de aynı benim gibisin; biz tekstil tozunun içinde büyüdük. Çok küçük yaşlardan itibaren her yaz çalıştık, her boşlukta dokuma tezgahlarının arasında; dikiş makinelerinin arasındaydık. Lise ve üniversite öğrencilik zamanlarımda aile şirketimizde yarı zamanlı çalıştığım dönemlerde kendimce tespitlerde bulunmaya başlamıştım. O dönemde biz de bütün Denizli firmaları gibi uluslar arası markalara fason üretim yapıyorduk. Yine bir yaz çalışırken, üretimden çıkan bornozlardan birini elime aldığımda çok ünlü bir Amerikan markanın logosunu gördüm ve üzerinde perakende satış fiyatı da vardı. Çok ciddi bir rakamdı. O heyecanla bizim satış fiyatımızı merak ettim. O yıllarda herşey kağıtlarda dosyalara yazılırdı. Sipariş dosyasını buldum ve satış fiyatımızı buldum. Son rakamları hatırlamıyorum ama unutamadığım bir şey var. Fabrika  çıkış fiyatıyla son perakende satış fiyatı arasında tam %1500 fiyat farkı vardı. O gün benim dönüm noktamdır.

O günden sonra bütün üniversite öğrencilik dönemimde tek bir soruya odaklandım. Kendi etiketimizde nasıl ürün satarız. Yani yeni yeni gündeme girmeye başlayan “markalaşma” ile ilgili ulaşabildiğim bütün makale, kitap, dergi, konferans hepsini takip ederek bu konuda kendimi geliştirmeye çalıştım. Bu konuda çok da mütevazi olmayacağım, ciddi bir bilgi birikimine de sahip olmuştum.

Üniversiteden sonra Aile şirketimizde görev almak üzere Denizli’ye döndüm.

Buradaki yaklaşık 2 yıllık çalışmam sırasında rutin işleyişi ve üretim, pazarlama, finansman dengesini anlama fırsatı yakalamıştım. Aynı zamanda bu süreçte asıl hedefime ulaşma noktasında rotamı belirlemeye ve eksiklikleri tamamlamaya çalışıyordum. Ve proje için zemin arıyordum.

 

BU SÜREÇTE BİR RUSYA’YA GİDİŞİN VAR YANLIŞ HATIRLAMIYORSAM, BUNU BİRAZ ANLATIR MISIN?

Dedim ya, ana hedefim için yani kendi etiketimizle ürün satabilmek için uygun zemin, zaman ve rota arayışım vardı. Bu arayışlar sırasında bir fuar için 2005 yılında Moskovaya gitmiştim. Burda ev tekstili ticareti yapıldığını ama çok amatör yapıldığını gördüm. Sonuçta bizim Avrupa ve Amerika firmaları ile çalışma kültürümüz bizi çok ciddi anlamda eğitmişti. Bu bakış açısını bu coğrafyaya nasıl yerleştirebilirimi düşünmeye başladım. Ayrıca şunu farkettim ki bu coğrafya’da İngilizce ile hiçbir iş çözülemiyor. Moskova dönüşümde bu bölgede bir iş yapmak istediğimi ama herşeyden önce Rusça öğrenmem gerektiğini düşünüyordum. 2006 yılında kendi çabalarımla Moskova Devlet Üniversitesi Yabancı Diller Fakültesinde kayıt yaptırdım ve Rusça öğrenmek üzere Moskovaya gittim. Özellikle pratik yapma şansım olması açısından öğrenci yurdunda kalmıştım. Çok zamanım yoktu, hemen dili öğrenmeli bir an önce hayallerim için çalışmaya başlamalıydım. Yurtta kalmamın dil dışında çok büyük bir artısı oldu. Bu sayede bir arkadaş grubum oluştu ve gruptaki arkadaşlarım sağolsunlar her zaman benim bu iş hayatı yürüyüşümde en yakınımdaki ekip arkadaşlarım oldu.  Yaklaşık 9 aylık bir Moskova sürecinin ardından, Denizli’ye döndüm ve projenin ana başlangıç noktasını belirleme zamanı gelmişti.

Rusça konuşulan coğrafyada markalaşma serüvenine başlatmayı kafaya koymuştum ama Rusya beni ürkütmüştü ne yalan söyleyeyim. Rekabet vardı, o yıllarda düzen nizam pek yoktu. Bazı istişare ve fuar ziyaretleri sonrası Kazakistan daha sıcak bir seçenek olmaya başlamıştı. Birkaç defa ziyaret ettik Kazakistan’ı. Ordaki manzara daha küçük bir Pazar ama rekabet noktasında daha az oyuncu vardı. Ama iş yapmak için zor yerlerdi o yıllarda. Bize yerel bir ortakla bu işi yapmamız tavsiye edilmişti. Biz de yerel bir ortakla bu hikayeyi yazmaya başladık.

 

BURDA ARAYA GİRMEM LAZIM, HALEN DEVAM EDEN KAZAKİSTAN SERÜVENİN BURDA BAŞLIYOR SANIYORUM, ŞİMDİ KLASİK SORUYU SORAYIM. NEDEN KAZAKİSTAN?

Herşeyden önce Kazakistan, dağılan sovyetler Birliği ülkeleri arasında en liberal ülkeydi. Kazak üst aklı her zaman ülkelerinde Türklerin ticarete öncülük etmesini ve komünizmden çıkan halkı bu sayede eğitmeyi amaçladı. Politikalar yabancı yatırımcıyı ülkede istiyordu, ama diğer şartlar da bir o kadar zordu o yıllarda.

Bizim de markalaşma adına bütçemiz yok denecek kadar azdı. Sadece üretim gücümüz ve piyasa kredibilitemiz vardı o kadar. Aslında tek sermayemiz iş bilgimiz, girişimciliğimiz ve markalaşmaya konusundaki başarıya tutkuyla odaklanmamızdı. Bana göre Kazakistan Rusya coğrafyasına arka kapıdan girmekti. Herkes ön kapıda sıra beklerken bomboş olan arka kapıdan girme şansıydı bana göre. Artık başlangıç noktası belliydi.

Kazakistan.

 

MADEM Kİ ROTA BELLİ OLDU O HALDE ÜLKENİN İLK EV TEKSTİLİ MAĞAZALAR ZİNCİRİ PROJESİNİ BİZE ANLATIR MISIN?

2007 yılında Kazakistan’ın Almatı şehrinde tam zamanlı yaşamaya başladım. Hayallerimi hayata geçirebilmek için birebir projenin içinde yaşamam gerekiyordu.

25 yaşındaydım. Kağıt üzerinde çok az bir iş tecrübem vardı ama söyleşinin en başında söyledğim gibi en büyük avantajımız biz işin içinde büyümüştük,

çalışanla nasıl konuşulura 11 yaşında şahit olmuştuk,

ürün siparişi nasıl veriliri Almandan öğrenmiştik,

iş dünyası ile ikili ilişki nasıl kuruluru farketmeden 17 yaşında deneyimlemiştik.

Rusya’daki arkadaşlarımdan bazılarını sırayla davet ederek güzel bir ekip oluşturmaya başladım. Ana kadromuza yerel arkadaşlarımız da katıldı. Aynı hedefe kilitlenen genç harika bir ekip olmuştuk.

Esas iş hayatındaki tecrübe biriktirmem, o dönem ailedeki diğer tüm büyüklerimden uzakta kalmamla başladı.

Arada yaklaşık 6bin km vardı ve her geçen gün sorumluluklarım büyüyordu. Arkadaşalarımla beraber Sorumluluklarımız büyüdükçe farketmeden yönetici kabiliyetlerimiz de gelişiyordu.

Sağolsunlar arkadaşlarımla beraber bütün hedeflerimizi bir bir başardık.

Genel olarak tavsiye üzerine yerel ortakla başladığımız ilk birlikteliğimizi kafa yapımızdaki farklılıktan dolayı 1 buçuk yıl sonra sonlandırdık. Bundan sonra esas çıkışımıza başladık.

Çok gençtim, ama kararlıydım. Sonuç odakli olarak gece gündüz çalışıyorduk.

Genel olarak dağılan sovyetler coğrafyasındaki yaygın olan depo toptancılığını yapmadık.

Markalaşma üzerine odaklandık. Mağazalaşmadan markalaşmanın olamayacağını işte o zaman anlamıştım ve mağazalaşmaya başaldık.

Havlu bornoz dışındaki ev tekstilinin diğer kategorilerini hiç bilmiyorduk, evteks fuarı kurtarıcımızdı. Her yılın mayıs ayında dolu dolu 5 gün fuarda ayaklarımız şişene kadar dolaşır diğer kategorilerdeki ürünlerimizi oluştururduk.

Denizli, Bursa, İstanbul ve Uşak’ta kendi markamızla üretim yaptırmaya başladık. 3. Yılın sonunda yaklaşık 3 milyon dolar ciro, 15 mağaza yaklaşık 80 çalışanımız vardı. Ülkenin en büyük şehirlerinin en ciddi caddelerinde mağazalarımız  vardı, ulusal kanallarda sürekli reklamlarımız dönüyordu. 5 yıldızlı otellerin neredeyse tamamının tekstil ihtiyacını biz karşılıyorduk.

Projenin fikir sahibi ve projeyi hayata geçiren ekibin lideri olarak benim açımdan gurur verici bir tabloydu.

Bu projemiz o dönem girişimcilik kongrelerinde, işletme tezlerinde konu oldu.

 

KAZAKİSTAN ODAKLI İŞ YAŞAMININ İLK AŞAMASINI DİNLEDİK, BİZ TOPLUM OLARAK AVRUPA’YA, BATI’YA DAHA AŞİNAYIZ. BİZE BİRAZ ORTA ASYA’DAN BAHSEDER MİSİN.

Dediğim gibi yaklaşık 6 yıl tam zamanlı olarak Kazakistan’da yaşadım. Birçok dostluklarım oldu. Benim için Kazakistan, 2. Vatanımdır diyebilirim. Öncesinde ben de ortalama her Türk gibi Paris’i Londrayı ezbere bilirdim ama Bişkek, Kırgızistan’ın mı Kazakistan mı başkenti karıştırırdım. Taşkenti, Duşanbe’yi bilmezdim. Biz ülke olarak buraları çok es geçmişiz maalesef. Buralar çok ciddi bir Pazar, aynı zamanda çok ciddi bir hammadde tedarik merkezi.

Kazakistan Türkiyenin 3,5 katı büyüklüğünde bir toprak genişliğne sahip ama İstanbul kadar nufusu olan bir ülke. 28 milyon nufusu var ama kişibaşına düşen milli geliri Türkiye ile aşağı yukarı aynı. Yer altı zengini bir ülke, demir krom uranyum çok ciddi manada var. Petrol ve doğalgaz noktasında dünyada sayılı ülkelerden biri. Bir uzay üssü var mesela. Baykonur uzay üssü. Uzun yıllardan beri uzay programı olan bir ülke. Şimdinin orta asyadaki parlayan yıldız. Geleceğin güney koresi. Bunda en büyük pay sahibi ülkenin ilk cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayevin vizyoner liderliği.

İŞ HAYATINA GERİ DÖNECEK OLURSAK, BİZE ŞİMDİKİ İŞ YAŞAMINDAN MARKAN “LUXHOME”DAN BAHSEDER MİSİN?

Aile şirketimizin Kazakistan’daki kurulu iştiraki olarak ciddi başarılara imza attıktan sonra, Kazakistan’ın 1 numarası olduktan sonra işi büyütmek ve yakın coğrafyada genişletmek üzere bu işin merkezinin İstanbul olması gerektiğine inanarak İstanbul’a yerleşmek üzere Türkiye’ye döndüm. Kazakistan şirketimizde artık düzen oturmuştu işler zaten yürüyordu. Aynı mantıkta başka ülkelere açılmalı kendi etiketimizle daha çok ülkede olmalıydık. Bu arada evlendim. Eşimle sağolsun ciddi fedakarlıklarla 1 yıl kadar kazakistan’da ardından İstanbul’da yaşamaya başladık. İlk kızım Asya İstanbul doğumludur.

Maalesef o dönem ana şirketimizdeki bazı sorunlardan dolayı İstanbul projemiz ölü doğdu ve rafa kaldırmak zorunda kaldık. Ben de böylece 2013 yılında Denizli’ye geri döndüm.

Sıkıntılı süreçlerin biraz düzelmesiyle beraber 2014 yılında kalabalık bir yapıda olan aile şirketimizden ayrılmak istediğimi, marka hayallerimin peşinden koşmak istediğimi belirtip izin istedim ve ayrıldım.

2014 yılında dış ticaret firmam Asies İnternational firmasını kurdum. Bu firmamda kendi tescilli ev tekstili markamız “LUXHOME” ve otel tekstili markamız “LUXHOME CONTRACT” adı altında havludan bornoza battaniyeden masa örtüsüne  yastıktan yorgana yaklaşık 12bin barkodlu ürünümüzle özellikle Rusça konuşulan coğrafya ve balkanlar olmak üzere kendi etiketimizle ürün pazarlıyoruz.

2016 yılında Kazakistan’daki yol arkadaşlarımla beraber “LUXHOME” markası adı altında mağazalaşma sürecimize en baştan başladık ve şirketimizi kurduk. Bugün Kazakistan’da 8 fiziki mağaza ve 2 depo ve sanal mağaza ile hizmet veriyoruz. Aslında bilinmeyeni yapmıyoruz. Kazakistan halkına kaliteli Türk ev tekstil ürününü ayaklarına kadar götürüyoruz.

 

KAZAKİSTAN’IN ARDINDAN RUSYA’DA DA BİR YAPILANMAN VAR BİLDİĞİM KADARIYLA, ANLATIR MISIN?

 

Kazakistan’la yeni projemizde bir miktar yol aldıktan sonra, 2019 yılında Rusya’nın Tataristan bölgesinde bir yapılanmaya başladık. Rekabet anlamında daha boşluk olarak gördüğüm Rusya Federasyonu’nun Tataristan özerk cumhuriyetinin başkenti Kazan’da ilk mağazamızı açtık. Bu bölgede 1 mağaza 1 depo ile pandemiden dolayı rolantide bir şekilde projemiz devam ediyor.

 

PANDEMİ DEMİŞKEN, PANDEMİ RUSYA VE KAZAKİSTAN’DAKİ İŞLERİNİZİ NASIL ETKİLEDİ?

Kazakistan’daki 8 mağazamızın sadece 1 tanesi AVM, diğer 7’sinin cadde mağazası olmasından dolayı diğer firmalara göre nispeten daha az etkilendik. Ama Rusya projemiz pandemiye en başta yakalandığı için çok ciddi etkilendi. Büyüme planlarımızı erteledik, rafa kaldırmadık ama rölanti de bekletiyoruz. Her iki ülkedeki iştirak şirketlerimiz ve Denizli merkezli Asies İnternational olarak 5 yıldır belli bir plan dahilinde yapıtığımız dijital dönüşüme son 1 buçuk yıldır hız verdik. Umudumuzu hiç yitirmedik, 2020 yılı bu 3 şirketimiz için de finansal olarak kayıp bir yıl olarak görünse de gelecek için yaptığımız dönüşüm atılımlarımızla zamanımızı hiç de boşa harcamadık diyebilirim.

 

15 YILLIK BİR MARKALAŞMA SÜRECİNDEN, BU SÜREÇTE YAŞADIKLARINDAN BAHSETTİN. DENİZLİ VE TEKSTİL ÖZELİNDE MARKALAŞMA HAKKINDA GÖRÜŞLERİN NELERDİR, BİZİMLE PAYLAŞIR MISIN?

Denizli’nin binlerce yıl öncesine dayanan dokumacılık kültürü, 90’lı yıllarda dışa açılma politikalarının bir sonucu olarak büyüklerimizin zor şartlardaki yoğun çabalarıyla ihracat yapabilme kültürüne ulaştırılmış. Bugün Denizli tekstilin yanında mermer, kablo, gıda gibi sektörleriyle beraber neredeyse 4 milyar dolara yaklaşan bir ihracat rakamına ulaşmayı başarmış bir şehir. Bu çok ciddi bir başarı. Ama bunun artık aynı dinamiklerle karlı olarak büyümesi çok zor. Halbuki şehrimiz büyüyor ihtiyaçlar artıyor, yerimizde sayamayız. İhracatımızın kg değerini yükseltmek zorundayız. Nasıl yükseltebiliriz? Katma değerli ürün satarak. Bu nasıl olacak? Ya üretimde inovasyon yapıcaz. AR-GE çalışmaları sonucu kimsede olmayan bir ürün, mesela bir kumaş üretmeyi başaracağız, ya da ürünümüzü markalaştırarak katma değerli bir satış imkanı yaratacağız.

Tecrübemle çok net söyleyebilirim ki perakende satış yani mağazacılık olmadan kesinlikle marka olunamaz. Fiziki ya da sanal hiç farketmez. Hakkıyla yapılan bir perakendecilik olmazsa olmazı bu işin.

Ayrıca şunu çok net söylemem gerekir ki, “üreticiden mağazacı olmaz” Şunu demek istiyorum, üretim yapmak ve perakende satmak, her ikisi birbirinin bir şekilde ters kutbu, hatta rakibi olan iki farklı odak. Üretici en verimli, en düşük maliyetli üretimi hedeflerken, mağazacı en hızlı teslimatı, en uygun fiyatlıyı hedefler, bu iki yapıyı aynı çatı altında dengeleyebilmek mümkün değil.  Bu iki yapı farklı yönetici kadroyla farklı ve rakip bir anlayışla yönetilirse ancak o zaman başarılı olabilir.

 

BU NOKTADA GENÇ GİRİŞİMCİLERE NE GİBİ TAVSİYELERDE BULUNURSUN?

Ben 39 yaşında biri olarak hala genç girişimci sıfatına sahipmiyim bilmiyorum ama, iş hayatına yeni başlayan arkadaşlarıma tavsiyem, belli bir hedef belirlemeleri olacaktır. Ama bu hedef ayakları yere basan, gerçekçi olan, zamanın ve imkanların elverdiği ölçüler içerisinde olmalıdır. Bu hedefe ulaşmak için sadece aklın yeterli olmadığını, kesinlikle çok çalışmak gerektiğini ve önüne çıkacak olası engellerde yılmadan tekrar en baştan başlamak gerektiğini söylüyorum. Öğrenmek sonsuz bir dünya, hergün en yeniyi öğrenmek için araştırmak, okumak ve tecrübeli insanlarla temas kurmak en büyük tavsiyem.

Ben ve arkadaşlarım şanslıydık. Biz Denizli Anadolu Lisesi gibi bir ekolde 7 yıl boyunca neden-sonuç ve sorgulama mantığıyla eğitim almış bir nesiliz. Maalesef o ekol yok oldu. Bugün bu mantıkta yetişen tüm arkadaşlarım yaptıkları iş ne olursa olsun, onun er ya da geç en iyilerinden. O yüzden genç arkadaşlarıma tavsiyem neden-sonuç ilişkisini sorgulamaları ve bu düzlemden hiç ayrılmamaları olacaktır.

 

DENİZLİ’DEN ÇIKAN BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ DİNLEDİK, BU NOKTADA SON OLARAK ŞUNU SORMAK İSTERİM, GİRİŞİMCİLİK NOKTASINDA SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI NELER YAPMALI?

 

Çok güzel bir soru. Girişimcilik atmosferi bir ülkenin ekonomisi, refahı ve geleceği için sürekli canlı tutulması gereken bir alan. Bu noktada kamu kuruluşlarından çok sivil toplum kuruluşlarına ve meslek odalarına iş düşüyor. İnsanlarımızı girişimci olmaya hazır hale getirecek, veya akıl ile sermayeyi bir araya getirecek olan da bu kuruluşlar.

Degiad bu anlamda bölgesinin en güçlü ve etkili sivil toplum kuruluşlarından biri olması nedeniyle, isminde genç ibaresinin de verdiği sorumlulukla şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da güçlü projelere imza atacaktır. Bu güçlü ailenin bir üyesi olmak benim açımdan da gurur verici.

Meslek odalarımız ve birliklerimizin maddi ve fiziki imkan olarak daha fazla artıları olduğu hepimizin malumu. Bu noktada bu kuruluşlardan beklentimiz misafir ağırlama merkezi olmaktan çıkıp, birer düşünce kuruluşu gibi üyesinin lehine olacak her konuda bıkmadan usanmadan bir kamuoyu oluşturarak fikirler ortaya sunması olmalıdır.

BU GÜZEL SÖYLEŞİ İÇİN TEŞEKKÜR EDİYORUM. SON OLARAK SÖYLEMEK İSTEDİKLERİNİ ALABİLİR MİYİM?

 

Fatihcim, bu güzel proje için çok teşekkür ediyorum. Degiad’a, Metropol’e teşekkür ediyorum. Sürç-ü lisan ettiysem özür diliyorum.

Son söz olarak şunu söylemek isterim. Herşeyden önce kendimize güvenelim.

Özgüven ile kibir ;

çalışkanlık ile hırs arasındaki çok çok önce çizgileri gözettiğimiz sürece,

sadece kendimiz değil,

eş dost akraba ve bütün toplumumuzla beraber mutlu bir hayata sahip olabileceğimiz gerçeğiyle, bencil olmadan çalışmalıyız, üretmeliyiz ve birbirimze sahip çıkmalıyız.

Teşekkür ederim.